5 Haziran 2014 Perşembe

Tek Kişilik Özgürlük Senfonisi


Elimde kahve fincanım, pencereden dışarıyı seyrettim bugün de. Kaç gündür dışarı çıkmıyorum. Fanus içinde tek başına yaşayan balıkların psikolojisi var üzerimde. Tek şarkılık bir seyrediş bu, her zamanki gibi. Vakit öldürmeden yine çözülmeyi bekleyen sorularıma gömülmem gerek..

Gökyüzünü beş dakikalığına da olsa seyretmek beni gerçekten dinlendiriyor. Hayal gücünü zorlayacak derecede huzur verici. Fanusa isyan şeklinde balığın tek hamleyle zıplaması, aynı saniye içinde fanusa geri dönmesi gibi.  

Peki, ne var gökyüzünde? Bulutların seyrine dalmak var.. Küçükken -kendim için söylüyorum, pek de büyümüş sayılmam- hepimiz kendimizi bulutların seyrine bırakmışızdır. Aheste aheste süzülüşlerine, bize doğru yaklaşmalarına ya da bizden uzaklaşmalarına dalıp gitmişizdir. Hatta bazen yakınımızda bir arkadaşımız varsa onu çağırıp, "Bak, bu zürafaya benziyor, değil mi?" diye dilin kanalı kontrol işlevi gibi sorularımız olmuştur. Arkadaşımız ise hiçbir zaman bizimle aynı görüşte olmamıştır. Ona ağaçta duran bir kuş ya da ağaçta sallanan bir elma her zaman için daha cazip gelmiştir. İnsanız işte.. Bulutu bulut gibi görmek yerine onun bizde uyandırdığı şeylere bakarız.

Zürafanın uzunluğunu gökyüzünde bırakıp, hayallerden şöyle bir sıyrılıp kafamı indirdim. Yolda bir çocuk ve çocuğun babası olması muhtemel bir adam yürüyorlardı. Çocuk, babasının elinden tutuyordu. Fakat zıp zıp zıplıyordu. Hiperaktif çocuklar bariz asi çocuklardır. Şahin gözlerine ihtiyacım yok, dördüncü katın yüksekliğinden görebiliyorum bu güzel oğlanı. Babasının elinden tutmasına rağmen ayağını yer çekimine karşı sert basışı, dünyaya minik bedeniyle, "Ben de buradayım!" serzenişi gibi.

Ne tuhaf.. Mağrur bakışlı görünen babasını çıkardım perspektifimden ve sadece çocuğa odaklandım. Ondan hiç farklı görmüyordum çünkü kendimi. Onlar iki-üç dakika sonra diğer insanların arasına karıştılar, benimse gözlerimde hala o sert ayak izleri.. Bana gelince.. Kocaman dünyada dolu dolu yaşamak isteyen bir Duygu var. Bunun içinse hayat çok kısa. Şimdi babasının elinden kurtulmak isteyen çocuğa bir gün babasını aratacak kadar da acımasız. Durmadan çalışmayı, bir yandan da kahpeliklere karşı tetikte olmayı emreden bir kaos burası.. Paylaşmanın erdemini öğreten, sonra paylaşmaktan yoksun bırakan bir dünya. Yer çekimine karşı paytak paytak ilk adımlarımızı atmanın sevincini yaşıyoruz önce, sonra düşüyoruz. Dizimiz kanıyor ve annemizi çağırıyoruz ağlayarak. Benim annem dizim kanayınca bana kızardı. Neden dışarıda oyun oynuyorum diye.. Sokaktan çocukları toplayıp bana arkadaşlık etsinler diye eve getirecek kadar da evhamlıydı. Yasakları çiğnemeyi öğretti bana bu davranış. Ne için? Elbette ki dışarıya çıkıp dizimi kanatmam için. Arkadaşlarımla dışarıda oynamak için değil, dizimi kanatacaktım ve anneme söylemeyecektim. Belki de içime kapanıklığım, birilerinden hep bir şeyler saklayışım buradan geliyordur..

Tek kişilik özgürlük senfonisi bu. Bir gün Duygu gökyüzünde en güzel besteyi çalacak. Gecenin asilliğinde, usulca koynunda yatarken yalnızlığın. Belki paylaşmanın erdemini de öğrenir de akordu bozulduğunda tıkanıp kalmaz tek başına..

Haydi! Kimya soruları beni bekler!

17 Ağustos 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder