Benim evim bir çalının dibi. Müslüman bahçesinde yaşarım.
Kabuğum da kaplumbağalarınki kadar iri. Kimseye yük olmam, kendi içimde
barınırım tıpkı onlar gibi. Bir yağmuru bir de komşu kaktüsleri çok severim.
Alıcımın fazla olacağını düşünerek en çok yağmurlu havalarda gösteririm
kendimi. Fakat o yağmurlarda ben ıslak çalıların arasından geçip gövdemin
altındaki toprağın yaylandığını hissederken, aynı kokulu o yağmur, karnını
yarar ahiretliklerimin. En acısıysa, onlara üzülmeye bile kalmadan ben de
ezilirim ayaklar altında. Yağmurlardan gelmez ölümüm ama benim; yağmur altında
ezileceğini düşünen ve birbirlerini ezerek kaçışan insanlardan gelir. Onlar
beni görmez ama ben onları görürüm. Kaçamasam da sürünürüm. Nefesimin tükendiği
anda ise kendi içime gömülürüm. Onlar beni almaz bu Müslüman bahçesinden ama
ben alınırım kendilerinden. Alıp oradan oraya koysalar ellerine yapışmam
halbuki. Salyalı bir yaratık olsam da, miniciğim ben, ısırmam etmem kimseyi.
Onlar beni anlamaz ama ben onları anlarım. Varlığımdan haberi bile olmayan bu
müslümanın bahçesinde yaşarım. Çok sıcak havalarda kurur, çok soğuk
havalardaysa donarım. Ekmek istemem, su istemem. İçimde biriktirdiğim su
kadarlık ömrüm yeter bana. Ama siz ne olur, vaktinden önce öldürmeyin beni. Kaderim,
ıslak topraklarda ayaklarınızın altında serili.
10 Ağustos 2014 Pazar
5 Haziran 2014 Perşembe
Tek Kişilik Özgürlük Senfonisi
Elimde kahve fincanım, pencereden dışarıyı seyrettim bugün de. Kaç gündür dışarı çıkmıyorum. Fanus içinde tek başına yaşayan balıkların psikolojisi var üzerimde. Tek şarkılık bir seyrediş bu, her zamanki gibi. Vakit öldürmeden yine çözülmeyi bekleyen sorularıma gömülmem gerek..
Gökyüzünü beş dakikalığına da olsa seyretmek beni gerçekten dinlendiriyor. Hayal gücünü zorlayacak derecede huzur verici. Fanusa isyan şeklinde balığın tek hamleyle zıplaması, aynı saniye içinde fanusa geri dönmesi gibi.
Peki, ne var gökyüzünde? Bulutların seyrine dalmak var.. Küçükken -kendim için söylüyorum, pek de büyümüş sayılmam- hepimiz kendimizi bulutların seyrine bırakmışızdır. Aheste aheste süzülüşlerine, bize doğru yaklaşmalarına ya da bizden uzaklaşmalarına dalıp gitmişizdir. Hatta bazen yakınımızda bir arkadaşımız varsa onu çağırıp, "Bak, bu zürafaya benziyor, değil mi?" diye dilin kanalı kontrol işlevi gibi sorularımız olmuştur. Arkadaşımız ise hiçbir zaman bizimle aynı görüşte olmamıştır. Ona ağaçta duran bir kuş ya da ağaçta sallanan bir elma her zaman için daha cazip gelmiştir. İnsanız işte.. Bulutu bulut gibi görmek yerine onun bizde uyandırdığı şeylere bakarız.
Zürafanın uzunluğunu gökyüzünde bırakıp, hayallerden şöyle bir sıyrılıp kafamı indirdim. Yolda bir çocuk ve çocuğun babası olması muhtemel bir adam yürüyorlardı. Çocuk, babasının elinden tutuyordu. Fakat zıp zıp zıplıyordu. Hiperaktif çocuklar bariz asi çocuklardır. Şahin gözlerine ihtiyacım yok, dördüncü katın yüksekliğinden görebiliyorum bu güzel oğlanı. Babasının elinden tutmasına rağmen ayağını yer çekimine karşı sert basışı, dünyaya minik bedeniyle, "Ben de buradayım!" serzenişi gibi.
Ne tuhaf.. Mağrur bakışlı görünen babasını çıkardım perspektifimden ve sadece çocuğa odaklandım. Ondan hiç farklı görmüyordum çünkü kendimi. Onlar iki-üç dakika sonra diğer insanların arasına karıştılar, benimse gözlerimde hala o sert ayak izleri.. Bana gelince.. Kocaman dünyada dolu dolu yaşamak isteyen bir Duygu var. Bunun içinse hayat çok kısa. Şimdi babasının elinden kurtulmak isteyen çocuğa bir gün babasını aratacak kadar da acımasız. Durmadan çalışmayı, bir yandan da kahpeliklere karşı tetikte olmayı emreden bir kaos burası.. Paylaşmanın erdemini öğreten, sonra paylaşmaktan yoksun bırakan bir dünya. Yer çekimine karşı paytak paytak ilk adımlarımızı atmanın sevincini yaşıyoruz önce, sonra düşüyoruz. Dizimiz kanıyor ve annemizi çağırıyoruz ağlayarak. Benim annem dizim kanayınca bana kızardı. Neden dışarıda oyun oynuyorum diye.. Sokaktan çocukları toplayıp bana arkadaşlık etsinler diye eve getirecek kadar da evhamlıydı. Yasakları çiğnemeyi öğretti bana bu davranış. Ne için? Elbette ki dışarıya çıkıp dizimi kanatmam için. Arkadaşlarımla dışarıda oynamak için değil, dizimi kanatacaktım ve anneme söylemeyecektim. Belki de içime kapanıklığım, birilerinden hep bir şeyler saklayışım buradan geliyordur..
Tek kişilik özgürlük senfonisi bu. Bir gün Duygu gökyüzünde en güzel besteyi çalacak. Gecenin asilliğinde, usulca koynunda yatarken yalnızlığın. Belki paylaşmanın erdemini de öğrenir de akordu bozulduğunda tıkanıp kalmaz tek başına..
Haydi! Kimya soruları beni bekler!
17 Ağustos 2011
Hocacığım
Çayın sıcaklığı hala geçmedi
Dumanı ince bir sis halinde sınıfın tavanına doğru yükseliyor
Boğazını temizlemek için çayından bir yudum alıyor
Gözünde biriken yaşları görebiliyorum
Ve şimdi
Evet, şimdi
Birer damla halinde yanaklarından aşağı süzülmeye başladı
Belki kendi de, gözyaşları gibi bir yerlere,
Aşağılara doğru akmak istiyordur
Akmak ve yok olmak!
Yerin içine, dibine girmek..
Ve bir daha hiç çıkmamak..
Bir yudum daha...
Sonuncusu da geliyor..
İşte!
Üç yudumda biten orta şekerli bir çay!
Şekeri gibi orta değildi sıcaklığı
Acaba boğazını yakmış mıdır?
Lise 3'ün İlk Günü
Sıcak Kahvem
Şimdi neden beklediğimi anladım..
Sen sıcak bir kahvesin
Dudaklarım değebilmek için bekliyor sana
Üflüyorum çabuk çabuk
Ama olmuyor
Vaktinden önce soğumuyorsun
Bekliyorum ben de, ne yapayım?
Şimdi neden beklediğimi anladım..
Şimdi penceremin kenarına geçtim
Uçuşan kuşlar eşliğinde
Evlerin doldurduğu manzarayı seyredaldım
Bekledim
Vakit tamam
Soğudun
Şimdi neden beklediğimi anladım..
Beni Herkes Severdi Çocukluğumda
Beni
herkes severdi çocukluğumda
Büyümez
olaydım
Sonra
bıraktılar sevmeyi
Ne
saftım çocukken
Kandırırlardı
beni, anlamazdım
Her
şeyimi alırlardı elimden
Verirdim,
sorgulamazdım
Sonra
büyüdüm
Ellerim,
kollarım, bacaklarım büyüdü
Sonra
yıprandıklarını farkettim
Onun
bunun işine koşmaktan
Utandım
gencecik yaşımdan
Saf
bir yüreğimle kandırılmaktan
Saflığımı
elime aldım sonra
Değiş
tokuş ettim küçük bir kurnazlıkla
Bu
sefer ben kandırdım onları
Sevindim
Sonradan
farkettim
Araya
karışan çocukları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)